10 BİN KAYIP ASKER
Fiilen 3 Kasım 1914'te başlayan Çanakkale Savaşları 9 Ocak 1916 tarihinde İhtilaf Devletleri'nin çekilmesiyle sona erdi. Çanakkale'de ortaya çıkan rakamlar savaşın ne kadar şiddetli geçtiğini anlatmaya yetiyor. Yaklaşık bir yıl süren çarpışmalar sonucunda İhtilaf Devletleri 252 bin kayıp verirken, Osmanlı Devleti ise 251 bin şehit verdi.
3 Kasım 1914'te Seddülbahir Kalesi'ndeki cephaneliğe yapılan saldırıda 5 subay 83 er şehit oldu. Bunlara "ilk şehitler" deniyor.
Rumeli Mecidiyesi'nde görev yapan Topçu er Seyit 275 kilo 600 gram ağırlığındaki top mermisini tek başına kaldırıp namluya sürerek ateş etti; Queen Elizabeth mayın gemisi sulara gömüldü.
19 Mayıs 1915'te cepheye katılan 100 kadar İstanbul Tıp Fakültesi öğrencisi 3 saat içinde şehit düştü. İstanbul Tıp Fakültesi 1921 yılına kadar hiç mezun veremedi.
Karşılıklı siperlerin en yakın mesafesi 5 metre olduğu halde çatışmalar sürdü.
Savaşta 60 İngiliz uçağına karşılık 22 Türk uçağı bulunuyordu.
İngilizler 205 bin, Fransızlar 47 bin kayıp verirken İhtilaf Devletleri'nin toplam kaybı 252 bin olarak tespit edildi.
İngiltere (sömürge askerleri dahil) savaşa 469 bin askerle katıldı.
O gün için 700 bin Türk askeri bulunuyordu.
Osmanlı Devleti toplam 251 bin şehir verdi. 10 bin askerimiz kayıp.
Savaşta 57. Alay'ın bütün mensupları şehit düştü. Bir daha 57. Alay kurulmadı. Bu Alay'ın sancağı halen Avustralya Savaş Müzesi'nde sergilenmektedir.
25 şehitle Kastamonu'nun Güzlük köyü en fazla kayıp veren köy olarak kayıtlara geçti.
En çok şehit veren ilk beş ilin sıralaması ise şöyle: Bursa 3274; Balıkesir 3003; Konya 2683; Kastamonu 2527; Denizli 2258.
İstanbul 1908 şehit verirken bu savaşla birlikte adı tarihe geçen Çanakkale ise 1876 şehit verdi. Tabii burada diğer illerden alınan askerlerin Çanakkale dışındaki cephelere gönderilmesi gerçeği de göz ardı edilmemeli.
Savaş sırasında Saroz Körfezi'ne 300 kadar Yunan asker çıkarıldı ancak bunlar korktukları gerekçesiyle tekrar geri gönderildi.
İhtilaf Devletleri safında 600 kişiden oluşan Siyon Katırcılar Birliği de savaşa katıldı.
Doç. Dr. Mustafa Budak (Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Genel Müdür Yardımcısı)
BELGEYE ŞAŞIRDIK
Çanakkale Savaşı'nda savaş ihalalleri oldukça fazla. Ancak ortaya çıkan bir takım belgeler bize yeni ufuklar açtı. Örneğin arşivimizde yeni tespit ettiğimiz bir belgede Osmanlı askerine karşı boğucu gaz türünden kimyasal silah kullanıldığı belirtiliyor. Biz buna çok şaşırdık. Büyük çapta savaş ihlali ile karşı karşıyayız. Bütün bu belgeleri yayınlayıp insanlara farklı bir açıdan yorum yapmalarını sağlama imkanı bulursak iyi bir çalışma ortaya koymuş olacağız kanatindeyim. Başbakanlık Osmanlı Arşivi olarak güncel hadiselere dair belge tespiti yapıp kamuoyunu bilgilendirmek istiyoruz. Bu belgeyi hem araştırmacıların hem de konun uzamanlarının dikkatine sunarak yeni bir tartışma platformu oluşturma niyetindeyiz. Tabi bu tartışmanın yapıcı ve bilgilendirici olmasını istiyoruz.
Kimyasal Silahlar
I. Dünya Savaşı’nda ilk kez ortaya çıktıklarından beri kimyasal silahlar nadiren kullanıldı, ancak 11 Eylül’de Amerika’da gerçekleştirilen saldırılardan sonra, kimyasal silah tehdidi tekrar gündeme geldi. Nükleer silahlar gibi, kimyasal silahlar da kitlesel imha araçları olarak görülüyor. Çoğu ordu bunları kullanmıyor, ancak bu silahlara karşı korunmayı da ihmal etmiyor.
Yine de, bu tarz silahları üreten teknolojilere ulaşmak hala kolay. Sadece ABD ve Avrupa’da bile on binlerce kimyasal üretim fabrikası var. 1997 Sonbaharı’nda, ABD Senatosu, 80’den fazla ülke tarafından imzalanan bir kimyasal silah yasağı anlaşmasını onayladı. Çok çeşitli olan kimyasal silahların etkinliği, yaş, saflık, hava koşulları, rüzgar yönü, saçılma koşulları gibi bir dizi faktöre bağlı. Bazı silahların öldürmesi saatler alabiliyor. Bu silahlara maruz kalan insanların bir kısmının doğru tedavi ve panzehirler uygulandığında hayatta kalması mümkün.
Kimyasallar, sıvı, buhar, gaz ve aerosol olarak ayrılabilir. Sinirlere zarar veren, vücutta kabarıklıklara neden olan, nefes almayı engelleyen maddeler içeren kimyasal maddelerin tamamı, göz, akciğer, deri ve kan yoluyla etki edebilir. Genellikle duman, sıvı ya da buhar halinde olan bu maddeler, kullanılan silaha bağlı olarak, semptomlar, solunum ya da sinir sisteminin anında çökmesinden, deri rahatsızlıkları, baş ağrıları, kalp çarpıntıları, nefes almada zorluk ve kusmaya kadar çeşitlilik gösterir.
EN ÇOK KULLANILAN KİMYASAL MADDELER
SARİN
Renksiz ve kokusuz bir sinir gazıdır. Bu gaz, Mart 1995’te Aum Shinrikyo tarikatının Tokyo metrosuna düzenlediği saldırıda kullanılmış ve 12 kişinin ölümüne, 5 bin 500 kişinin de rahatsızlanmasına neden oldu. ABD, Rusya (ve Sovyetler Birliği) ve Irak tarafından üretilmiş olan Sarin, pek çok modern böcek ilacı gibi, kimyasal organofosfat ailesinin bir üyesi. Bu maddeyi düzgün ve güvenli bir şekilde karıştırmak zordur.
SOMAN
Sarin, kabarmalara neden olan ve Lewisite diye bilinen bir diğer kimyasal silahla birlikte Soman’ın, eski Sovyetler Birliği’nin kimyasal silah deposunun büyük kısmını oluşturduğu söyleniyor. Soman, solunum yoluyla etki eden uçucu bir madde olarak biliniyor.
VX
Kahverengimsi sıvı bir madde olan VX’in buharı da kokusuz. ABD, VX üretmeye 1961’in Nisan ayında başladı, fakat bu maddenin içeriği bir yüzyıl boyunca öğrenilemedi. VX bileşenleri, bilinen en zehirli maddeler arasında yer alıyor. En küçük damlaları bile öldürücü. Uzun zaman boyunca, nesneler ya da nüfuz ettiği bölge üzerinde kalabiliyor. Maddenin alınması temel olarak deri yoluyla oluyor; ama gaz ya da duman halinin solunması da etki edebiliyor.
TABUN
1930’ların ortalarında Gerhard Schrader adlı bir Alman kimyacının bulduğu Tabun, sıvı olarak renksiz ya da kahverengimsi; buhar olaraksa kokusuz. Schrader, Birkenau toplama kampındaki esirleri çalıştıran bir firma olan IG Farben için çalışıyordu. Farben’in icatlarından bir diğeri de, Zyklon-B idi. Bu madde, Naziler tarafından II. Dünya Savaşı sırasındaki toplama kamplarındaki esirleri zehirlemek için de kullanılmış bir hidrojen siyanürdü. Pek çok böcek ilacı gibi bir organofosfat olan Tabun, sanayileşmemiş ülkelerde bile üretilmesi en kolay sinir gazlarından biri olarak biliniyor.
HİDROJEN SİYANÜR
Bu madde dünyanın pek çok yerinde, plastik ve organik kimyasal ürünlerde kullanılıyor ve ticari olarak üretiliyor. Kokusu bademe benzeyen hidroyejn siyanür, normal hava sıcaklığında renksiz bir buhar halinde bulunuyor. Bu maddenin kimyasal savaşlarda kullanıldığına dair hiçbir doğrulanmış bilgi yok. Yine de, hidrojen siyanürün Irak tarafından İran’a ve Kuzey Irak’taki Kürtlere karşı 1980’lerde kullanıldığı sanılıyor. Çok zehirli bir madde olan hidrojen siyanür, yeterli oranlarda kullanıldığında ani ölümlere sebep oluyor.
HARDAL BİLEŞENLERİ
İlk olarak I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan hardal bileşenleri, en çok üretilen kimyasal silahlardan biri. Üretilmesi çok kolay olan hardal bileşenleri, adını hardal ve çürümüş soğan gibi kokmasından alıyor. Göz ve akciğerlere zarar veren hardal gazı, yanık ve kabarmalara neden oluyor. ABD, Almanya, Irak ve Rusya’nın 20.Yüzyıl boyunca hardal bileşenleri ürettiği söyleniyor. Saddam Hüseyin’in Irak-İran savaşında Kürtler'e karşı siyanürle birlikte hardal gazı da kullandığı belirtiliyor.
Hocam kimyasal silahları yazmış eline sağlık,işin diğer boyutu elle tutulabilen belgesi veya kanıtı olan bir şey değil. Biyolojik materyaller malesef uygulandıktan yıllar sonrasında farkediliyor ve bunu ispat etme durumunuz olamıyor.Dünya ülkeleri bize biyolojik silahlarda uygulamışlar, işte bunlardan bir kaçı;
Tüberküloz =Verem
Yaşı orta yaşın üzerinde olanlar iyi hatırlarlar, gençlerse eski kayıtlara bakabilirler her il'de 2-3 Verem Savaş Dispanserleri vardı ve hatta büyük ilçelerde dahi bulunurdu; çünkü nufusun %75-80 i veremdi ve gerçekten büyük savaş verildi.
Verem yokluktan ötürü, kötü beslenme, hayat şartları falan diye bahaneler bulunabilinir.
Sifilis=Frengi=Bel soğukluğu
O yıllarda savaş sonrası kalan nufus 9-11 milyon ve bu sayının % 25 i erkek ve erkeklerin % 90 ı çocuk ve yaşlılardan ibaret yani ergin erkek % 10 civarı (yanlışım varsa affınıza sığınırım ve düzeltmenizi dilerim) şimdi bu sayı nasıl olurda Türk insanının % 60 ına frengi bulaştırabilir mümkünmü ?(hitlerin ari ırk çiftlikleri olsa bile mümkün değil) Ama malesef % 60, o dönemde frengi kütükleri mevcut 1985 e kadar vardı ve hatta evlenecek olanların o kütükde kayıtları varmı diye bakılırdı.Sonrasında evlenmekte sakıncası yoktur diye bir mühür basılırdı.
Yani Avrupa ve ABD bize uygulayabileceği her şeyi uyguladılar.Eğer Atom bombası o tarihte yapılmış olsa idi kesin Japonya'dan önce bize atmış olacaklardı.Son olayları hatırlayın Oktar Babuna adına toplanan kanlar ve sonrasında ABD'nin insanın genetik haritasını çıkardım açıklaması ve sonrasıda gelsin kuş gribi,gelsin Kırık-Kongo kenesi.Şu an ''Biyolojik savunmamız'' o kadar çaresiz ki
ve acı olan bundan sonra yapılacak savaşlar elektronik veya biyolojik savaşlar olacağıdır.Saygılar.