|
|
| Eyyübiler | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:54 pm | |
| 3- Sanat Eyyûbî sanatı, İslâm sanatının yeni¬den gelişmeye başladığı ve daha önce denenmemiş usullerle yeni bina tipleri¬nin ortaya çıktığı devrin başlangıcında önemli bir merhale teşkil eder; özellikte Mısır'ın sanat geleneklerine temel oluş¬turmuştur. Bu sanat Mısır'daki Fatımî anlayışından farklı biçimde köken İtiba¬riyle bağlı olduğu Suriye anlayışını de¬vam ettirerek gelişmiş ve gelişme süreci içerisinde en fazla bölgedeki Selçuklu sanatının en önemli temsilcisi olan Zen-gî sanatından etkilenmiştir. Bundan do¬layı Eyyûbîler'in Mısır İslâm sanatı için tam anlamıyla bir yeniden doğuşu tem¬sil ettikleri söylenebilir; Suriye sanatını ise takipçisi oldukları Zengîler'le birlik-te önemli ölçüde yönlendirmişlerdir. Böy¬lece Mısır'da temeli atılan sanat, daha sonra iktidara gelen Memlükler döne¬minde ilerleme gösterip Mısır ve Suri¬ye'de, buralara Eyyûbîler öncesinde hâ¬kim olan Fatımî ve diğer Arap soylu devletlerin sanat anlayışlarından farklı, ta¬mamen Türk sanat geleneğinin takipçi¬si bir sanatın doğmasına zemin hazırla¬mıştır. Aynı zamanda bu sanat bölgeye, Mısır'ın Ötesinde kalan Mağrib'in Mâlikî ve Fâtımîler'in Şiî İsmâilî anlayışlarına karşılık olarak Şafiî ve Hanefî mezhep¬lerinin görüşlerine uygun düşen yeni bir anlayış getirmiştir. Eyyûbî sanatı müslümanların tarihte¬ki en zor günlerini yaşadığı, iç ve dış teh¬ditlerin İslâm âlemini temelinden sars¬tığı bir devrin sanatıdır. Sünnî olan Ey¬yûbî hükümdarları, Nûreddin Zengî'nin yolunu takip ederek bir taraftan Haçlı saldırılarına ve hıristiyan işgaline karşı durmaya çalışırken diğer taraftan ken¬di topraklarında büyük bir güç haline gelmiş olan Şiîler'le ilmî sahada da mü¬cadele etmişlerdir. Bundan dolayı Eyyû¬bî imar ve sanat faaliyetinde ilmî husu¬siyet önem kazanmış ve bu durum özel¬likle medrese mimarisinde kendini göstermiştir. Mimari. Oldukça fazla sayıda örneğin günümüze intikal ettiği medreseler ge¬nellikle birbirini hatırlatan plan şemala¬rına sahiptirler; ancak Suriye'dekilerle çok az sayıda yapının ayakta kalabildiği Mısır'dakiler arasında belirli farklar gö¬ze çarpmaktadır. Suriye'deki medrese¬lerin çoğunlukla tek eyvanlı olmasına ve kıble tarafında yer alan mescid kısmıy¬la irtibatlı bir türbeye sahip bulunması¬na karşılık Mısır'daki Örneklerin birbiri¬ne bakan çifte eyvanlı tipte oldukları ve türbelerin de ayrı binalar halinde inşa edildiği görülmektedir. Daha sonra Memlüklü mimarisinde de uygulanan bu dü¬zenlemenin sebebi medreselerin Mısır'¬da iki veya dört mezhep. Suriye'de ise genellikle bir tek mezhep için yapılmış olmasıdır. Bu ilmî faaliyet çerçevesinde medreseler kadar önem taşıyan dârül-hadisler de Eyyûbî mimarisinin başlıca eserleri arasında yer alır. Sünnî akaidini ve hadis çalışmalarını tesirli hale getirmeye yönelik faaliyetler için mekân teş¬kil eden bu kurumlar da plan ve teşkilât itibariyle medreselere paralel mimari özelliklere sahiptir. En önemli Eyyûbî mi¬mari eserleri şunlardır: Ebü'l-Fevâris Medresesi. Maarretünnu-mân'da 595 (1198-99) yılında Ebü'l-Fe¬vâris Necâ b. Abdülkerîm tarafından Şa¬fiî fıkhının okutulması için yaptırılmış¬tır. Kubbeli bir eyvan şeklinde olan giriş dikdörtgen bir avluya açılır. Kıble tara¬fındaki mescid orta kısımda pandantif¬lerle geçilen bir kubbe, yan kısımlarda da tonozlarla örtülüdür. Batıdaki eyvanı ortadan kalkmış bulunan binanın kuzey doğusunda bir türbe, kuzeyinde de mol¬la odaları yer almaktadır. Zâhiriyye Medresesi. Halep'te el-Melİ-kü'z-Zahir Gâzî tarafından yapımı baş¬latılan ve onun ölümünden sonra 616 (1219-20) yılında bitirilen medrese, aynı plan özelliklerine sahip bir bina olması¬na rağmen üç kubbeli mescidi ve doğu¬daki büyük eyvandan başka kuzeyinde iki küçük eyvanın ortasında yer alan gi¬riş eyvanının bulunmasıyla farklı bir du¬rum arzeder. Ayrıca mescidin batısın¬daki salon da farklı bir mimari bölüm oluşturmaktadır. Rükniyye Medresesi. Şam'da 1. el-Melikü'l-Âdil'in anne bir kardeşi Feleküd-din Süleyman'ın azatlısı Rükneddin Men-kûferîş el-Felekî tarafından 624 (1227) yılında yaptırılmış olan medrese değişik özellikler göstermektedir. Plan itibariyle diğer medreselere yaklaşmakla birlikte kıble tarafında bulunan mescidle doğu¬daki türbenin açıldığı avlunun tromplar üstünde yükselen bir kubbe ile örtülü olması dikkat çekicidir. Bu kubbeli me¬kânın etrafında tonoz örtülü dehlizler bulunmakta, mescidin de tonozla örtü¬lü olduğu görülmektedir. el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb Med¬rese ve Türbesi. Mısır'daki Eyyûbî eserle¬rinin en önde gelenlerinden olan ve ta¬rihî kayıtlarda uzun uzun ihtişamından söz edilen el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb Medresesi (el-Medresetü's-Sâlihiy-ye), büyük ölçüde tahribat geçirmesine rağmen bugün de Kahire'nin en önemli tarihî binalarından birini oluşturmakta¬dır. Eski Fatımî dârülilimleriyle Memlûk medrese ve bîmâristanları arasında bir geçiş merhalesi niteliğindedir. Belgele¬re göre 640-641 (1242-1243) yıllarında Fâtımîler'in ei-Kasrü'l-kebîr eş-Şarkî1-nin yerinde çift eyvanlı. karşılıklı iki ben¬zer blok halinde inşa edilmiştir. Bu teş¬kilât biçimiyle medresenin dört Sünnî mezhebe göre eğitim vermek üzere plan¬landığı bilinmektedir. Güneydeki blokun batı cephesiyle kuzeydeki blokun tama¬mı ayakta kalmış, diğer kısımlar yok ol¬muştur. Mevcut blokun kuzeybatı ve gü-neydoğusunda bulunan eyvanlar tonoz örtülüdür. Bu eyvanların açıldığı dörtkö-şe avlunun iki yanında da revaklarla bun¬ların arkasında odaların yer aldığı tes-bit edilmektedir. Binanın bütün dış cep¬hesiyle her iki bölümün girişlerinin bağ¬landığı ana girişi teşkil eden Hâretü's-Sâlih adıyla bilinen geçidin üstünde bu¬lunan tuğla minare Mısır İslâm mimarisi için önemli bir örnektir. Cephenin mima¬risi ve girişin tezyinatı, Fatımî ve Memlûk cephe teşkilâtları arasında tam bir ge¬çiş sergilemekte ve gelecekteki Memlûk cephe düzenlemesine ışık tutmaktadır. Dirsekli bir koridorla medresenin avlusu¬na bağlanan el-Melikü's-Sâlih Necmed-din Eyyûb'un türbesi de yine en önemli Eyyûbî eserlerinden biridir. Sultan el-Melikü's-Sâlih'in ölümünden sonra Şece-rüddür tarafından 647-648 (1249-1250) yıllarında yaptırılan türbe kare planlı olup sekizgen kasnak üzerinde yükselen siv¬ri ve yüksek bir kubbe ile örtülüdür; içe¬ride kubbeye geçiş mukarnaslı pandan¬tiflerle sağlanmıştır. İmam Şafiî Türbesi (Kubbetü'1-Imâm eş-Şâfiî). Bugün Kahire'de en önemli Eyyû¬bî eserleri arasında yer alan türbe ma¬nevî değerinin yanı sıra mimari özellik¬leri açısından da büyük önem taşımak¬tadır. Fatımî ve Memluk türbeleri içinde bir merhale teşkil eden yapının diğer Eyyûbî türbelerinin birçoğu gibi bir med¬reseyle irtibatlı olduğu tarihî kayıtlardan öğrenilmektedir. Kaynaklar, Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin emriyle 575 (1179-80) yılın¬da İmam Şafiî'nin mezarının yanına Şa¬fiî mezhebi için bir medresenin yapıldı¬ğından, üç yıl sonra da türbenin inşasın¬dan bahsetmektedir. Halen mevcut olan türbe son şeklini 608 (1211-12) yılında almış ve daha sonra el-Melikü'l-Kâmil Muhammed ile annesi de buraya def-nedilmiştir. Ayrıca Selâhaddîn-i Eyyûbî'-nin oğlu el-Melikü'1-Azîz Osman ve an¬nesi Şemse'nin de buraya gömüldükleri söylenmektedir. Zaman içinde önemli onarım ve değişiklikler görmüş olan kare planlı bu büyük ve yüksek binanın üstü, ahşap pandantiflerle geçilen ahşap bir kubbeyle örtülmüş ve kubbenin dış yüzü çiviyle ahşaba raptedilen yeşil çinilerle kaplanmıştır. Örtü sisteminin daha son¬raki devirlerde yapılmış olması muhte-meldir. [183] Eyyûbîler'in sivil mimari faaliyetleri arasında ayrıca çeşitli camilerde yaptık¬ları köklü onarımlarla inşa ettikleri mi¬nareler de bulunmaktadır. Bunlar ara¬sında özellikle Mısır'daki 634 (1236-37) tarihli Seyyidinâ Hüseyin Camii Meşhedi minaresiyle Kuzey Suriye'deki 595 (1198-99) tarihli Maarretünnu'mân Ulucamii'-nin minaresi sayılabilir. Eyyûbîler'in içinde bulunduğu şartla¬rın zorlamasıyla askerî mimariye büyük önem verdikleri gerek kaynaklardan ge¬rekse mevcut örneklerden anlaşılmak¬tadır. Bu faaliyetler çerçevesinde Fâtı-mîler devrinde tesis edilen kale ve sur¬ları onarıp genişlettikleri gibi birçok yer¬de de yeni inşaatlara girişmişlerdir. Bun¬lar arasında Kahire'nin ayrı bir yeri var¬dır. Devletin İlk kuruluş yıllarından baş¬layarak Kahire surlarında yapılan inşaat işlerinin dışında özellikle Selâhaddîn-i Eyyûbî ve el-Melikü'l-Kâmil Muham-med'in ilgi gösterdikleri Kahire Kalesi, evler ve köşklerden oluşan aşağı kısım ve askerî garnizonun bulunduğu Kal'a-tülcebel adıyla bilinen yukarı kısımdan meydana gelen bir iskân merkezi hali¬ne getirilmiştir. Diğer kaleler arasında da en fazla Şam (Dımaşk), Basra ve Ha¬lep kalelerine önem verildiği görülmek¬tedir. Bunlardan başka el-Melikü's-Sâ¬lih Necmeddin Eyyûb'un Mısır'daki Rav-za adasında bulunan sarayı ve bu adayı kuşatan surlar bugün mevcut olmamak¬la birlikte kaynaklarda verilen bilgiler çerçevesinde dikkat çekmektedir. Mimari Tezyinat ve Küçük El Sanatları. Mimari eserlerin sayıca azlığı ve daha sonraki devirlerde geçirdikleri onarım ve değişiklikler sebebiyle orijinal halleri¬ni kaybetmiş olmaları, iç ve dış mimari tezyinat hakkında kesin görüşler ileri sürmeyi güçleştirmektedir. Buna rağ¬men mevcut örneklere dayanarak belli bir sonuca varmak mümkün olmakta¬dır. Özellikle dış cephelerin süslenme¬sinde sık ve derin nişlerle Fatımî gele¬neğinin devamı olan istiridye kabuğu motifinin kullanıldığı ve dış cephe tezyi¬natının ana hatlarıyla Memlûk cephe mi¬marisinin habercisi olduğu görülür. İç tezyinatta ise eski Fatımî anlayışına uy¬gun bazı özelliklerin yaşatılmasının ya¬nında daha çok Selçuklu tesirine bağla¬nan ve Anadolu, İran, Orta Asya Türk sa¬nat çevreleriyle ilgisi bulunan alçı tezyi¬natla mukarnaslara ağırlık verilmiştir. Eyyûbî mimari tezyinatının en önemii özelliklerinden biri, çok renkli mermer kakmalarla bezenmiş olan mihraplar¬dır. Önceleri Suriye'de Zengî sanat mu¬hitinde görülen bu tip mihrap süsleme¬leri Eyyûbîler'den sonra Memlûk sana¬tında bütün cepheyi kaplamıştır. Mev¬cut örneklerin gösterdiğine göre iç tez¬yinata dahil olan bir başka eleman da özellikle kitabe şeritlerini teşkil eden uzun dikdörtgen ahşap panolardır. Bu panolar frizler halinde, bilhassa türbe¬lerin yüksek kısımlarında bir kuşak mey-dana getirir. Ahşap panoların ve alçı tez¬yinatın temelini geometrik ve geçmeli bit¬kisel motiflerin oluşturduğu görülmekte¬dir. Bunların dışında daha çok türbe pen¬cerelerinde rastlanan renkli camlar da dikkat çeken süsleme unsurlarındandır. Eyyûbî el sanatlarının günümüze ka¬lan ürünleri arasında en önde gelenler ahşap ve madenî eserlerdir. Az sayıda örnek bulunmakta birlikte el sanatla¬rında da mimari tezyinatta görülen ken¬dine has özelliklerle Zengî tesirinin ve mahallî anlayışların karışması söz konu¬sudur. Ahşap sanatı sandukalar, kapi-pencere kanatları, dolaplar ve diğer bi¬na içi teçhizat örnekleriyle temsil edil¬mekte ve bunlar arasında da özellikle İmam Şafiî'nin 574 (t 178-79) tarihli san¬dukası ile yine aynı türbede bulunan di¬ğer ahşap eşya ve Halep'teki Zengîler'e ait Hallâviyye Medresesi1 nin 595 (1198-99) tarihli ahşap mihrabı büyük değer taşımaktadır. Aynı şekilde el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb'un türbesindeki bir çift kapı kanadı ile diğer ahşap eşya da en önemli örnekler arasında yer al¬maktadır. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:56 pm | |
| 2- Medeniyet Tarihi
a- idarî ve Siyasî Teşkilât. Eyyûbî Dev¬leti merkeze bağlı vilâyetlerden, eyalet¬lerden, emirliklerden ve tâbi hükümdar¬lıklardan meydana gelen bir sultanlıktı. Devlet şeriat hükümleri, "el-ahkâmü's-suttâniyye" denilen devlet adamlarının idarî kararlan, örf ve âdetlerden mey¬dana gelen bir hukuk sistemiyle yöneti¬liyordu. Devlet teşkilâtının başında bü¬yük sultan, hanedana mensup melikler, emîrler (beyler) ve vezirler vardı. Devlet müesseseleri Zengî Devleti ile Fatımî Devleti'nden miras alınan kurumların ka¬rışımından meydana geliyordu. Selâhad-dîn-i Eyyûbî, Zengîler ve Fâtımîler'den devraldığı müesseselerde bazı düzenle¬meler yapmıştır. Onun tarafından mey¬dana getirilen bu sistem ana hatlarıyla Memlükler Devleti'nin sonuna kadar de¬vam etmiştir. Devletin çeşitli bölgeleri arasındaki idarî ve kültürel farklılıklar, daha önceki iki devletin idarî yapıların¬daki farklılıktan ileri geliyordu. Mısır'da İsmâiliyye mezhebine ait müesseseler kaldırılarak yerlerine Sünnî müesseseler konmuş, askerî teşkilât Zengî Devle¬ti'nin askerî teşkilâtına uydurulmuştur. Nûreddin Mahmud Zengî zamanında Ha¬lep ve Dımaşk devletin merkezleri iken Selâhaddin devrinde Halepin yerini Ka¬hire almış, ayrıca Dımaşk ve Kahire dev¬letin merkezleri haline gelmiş, el-Meli-kü'l-Kâmil devrinden itibaren de devlet merkezi Kahire olmuştur. Eyyûbîler ülkenin tamamında iktâ (ti-rnar) sistemini yaygınlaştırmışlardı. Tâ¬bi hükümdarlıklarla emirliklerin büyük kısmı Nûreddin Mahmud Zengî devrinde¬ki ailelerin elindeydi. Selâhaddin Halep, Ba'lebek, Hama, Humus, Yemen emir¬liklerini kurdu; el-Melikü'1-Âdil zama¬nında Hısnıkeyfâ, Meyyâfârikîn ve Kerek emirlikleri meydana getirildi. Emîrler sul¬tanın çıkardığı bir menşurla tayin edi¬liyordu. Menşurdaki şartlara uydukları sürece sultan onlara dokunamazdı. Sul¬tanın veya emîrin ölümü halinde men¬şur yenilenirdi. Emîrlerin hâkim olduk¬ları topraklar babadan oğula miras ka¬lırdı. Bunlar iç ve dış işlerinde devlete bağlı idiler. Tâbi hükümdarların bağlılı¬ğı ise sadece dış işlerinde söz konusuy¬du. Devlete karşı düşmanca tavır alma¬dıkları ve aradaki anlaşmaya sadık kal¬dıkları sürece sultan onların haklarına riayet etmek zorundaydı. Hutbede ve pa¬rada sultanın adı geçerdi. Tâbi hüküm¬darın ülkesinde ise hutbe ve parada sul¬tanın adından sonra tâbi hükümdarın adı da zikredilirdi. Devlete doğrudan bağ¬lı emîrler ise bu hakka sahip değiller¬di. Merkezdeki idarî teşkilâtın aynısı tâ¬bi hükümdarlıklarda ve emirliklerde de vardı. Eyyûbîler, sarı zemin üzerinde kırmızı kartal arması taşıyan bayrağı Zengîler'-den almışlardı. Eyyûbîler melez bir aile olmakla beraber devlet her yönüyle bir Türk devletiydi. Bu hususa Selâhaddin'e yazılan iki kasidede açık olarak işaret edilmiştir. Bunlardan biri. Halep'in fet¬hi dolayısıyla yazılan, "Arap milleti Türk-ler'in devletiyle yüceldi. Ehl-i salibin da¬vası Eyyûb'un oğlu tarafından perişan edildi" beytiyle başlayan kaside [139], diğeri ise Akkâ'nın fethi münasebetiyle yazılan ve, "Allah'a hamdolsun ki Haçlı devleti zelil oldu. Türkler'le İslâm dini yüceldi" bey¬tiyle başlayan kasidedir. [140] Bu dönemdeki diğer Türk devletlerin¬de olduğu gibi Eyyûbîler'de de devlet ha¬nedanın ortak mülkü sayılıyordu. Hane¬dan mensubu emîrler melik unvanı alı¬yor, protokolde tâbi hükümdarlarla ay¬nı seviyede tutuluyordu. Devlet ana ka¬rakteriyle askerî bir devletti. Hanedan mensuplarından sonra en yüksek idarî yetkiye askerler arasından yetişen emir¬ler sahipti. Bir kimsenin emîr olabilme¬si için askerî nitelikler yanında yüksek idarecilik vasıflarına da sahip olması ge¬rekirdi. Sultanın nâibleri, valiler, kale ku¬mandanları emîrler arasından tayin edi-lirdi; emirlik bir anlamda hükümdarlığın uzantısı demekti. Bundan dolayı emîrle¬rin çoğu Türkler'den seçiliyordu. İdareci ve askerî sınıfı Araplar'dan, İranlılar'dan, hıristiyan ve yahudilerden teşekkül eden kâtipler sınıfı takip edi¬yordu. Bürokrasi ve maliye bunların elin¬deydi. Bunlardan sonra ulemâ sınıfı ge¬liyordu. Ulemâ sınıfı devletin siyasetin¬de ve kamuoyunun oluşmasında söz sa¬hibiydi. Daha sonra tüccar ve serbest meslek erbabı ile büyük arazi sahipleri geliyor, en alt tabakayı ise küçük çift¬çiler, çobanlıkla geçinenler, ücretliler ve ortakçılık yapanlar teşkil ediyordu. [141] Devletin başında bulunan sultanın pa¬rada ve hutbede adı geçtiği gibi sarayı¬nın kapısı önünde günde beş defa nev-bet çalınırdı. Sultanın çıkardığı emirler kanun hükmündeydi. Ancak yetkileri şe¬riatla ve idarî geleneklerle sınırlıydı. Sul¬tan savaşlarda başkumandanlık yapar, dârüladlde haftada iki defa şikâyetleri dinlerdi. Önemli kararlan ulemâdan fet¬va alarak ve istişare meclisine danışa¬rak alırdı. Otağı ve çizmesi kırmızıydı, el-Melikü'1-Âdil devrinden itibaren sulta¬nın alayının önünde gâşiye taşınmaya başlanmıştır. Sultanın dışında ülkenin çeşitli bölgelerinde hanedan üyelerinin büyüklerinden ve önemli emirlerden meydana gelen ikinci derecede hükümdarlar vardı. Bu sebeple bazı kaynaklar¬da devletin başındaki sultana "büyük sultan" denilmektedir. Sultan başşehirde kaldığı zaman sa¬rayında otururdu. Selâhaddin Kahire'de inşa ettirdiği Kal'atülcebel'in içerisine sultan İçin saraylar yaptırmaya başla¬mış, bu binalar I. el-Melikü'l-Adil dev¬rinde oğlu Kâmil tarafından tamamlan¬mıştır. Eyyûbî sarayı. Osmanlılar'ın so¬nuna kadar Mısır'da sultanların ve vali¬lerin ikametgâhı olarak kullanılmıştır. Saraydaki görevlilerin en önemlileri üstâdüddâr. hâcib, silâhdar, mîrâhur, devâdâr, taştdâr ve çavuştur. Sultanın idaredeki en büyük yardımcısı veziriydi. Vezirler genellikle bürokratlardan tayin edilirdi. Vezirliğin alâmetleri arasında divit, hokka ve sarık bulunurdu. Sultan¬dan başka ikinci derecede hükümdarla¬rın da vezirleri vardı. Devletin yazışmaları Dîvân-ı İnşâ ta¬rafından yapılırdı. Sultanın fermanları, menşurları, mektupları bu divandan çı¬kardı. Divanın başkanları üslûbu güzel olan edip kişilerden seçilirdi. Bunlar ara¬sında Kâdî el-Fâzıl, Ziyâeddin İbnü't-Esîr gibi büyük edipler vardı. Dîvân-ı İnşâ1-dan çıkan evrak önemine göre çeşitli ebatta kâğıtlara yazılır ve sultanın tuğ¬rasını taşırdı. Devletin istihbarat ve pos¬ta işleri de Dîvân-ı İnşâ'ya bağlıydı, do-layısıyla vezir bundan da sorumluydu. Eyyûbiler'de kuvvetli bir haberleşme ve posta teşkilâtı mevcuttu. Sivil idaredeki önemli görevlilerden biri de sultanın hazinedarıdır. Hazine¬dar has hazine ile ilgilenirdi. Buradan sultan tarafından dağıtılan bahşişler. Kale kumandanlığı yapan valiler bu devirdeki önemli görevliler arasında yer alıyordu. Bunlar askerlerden tayin edi¬lirdi. Reisler de bu dönemdeki önemli memurlardandır. Her cemaatin ve her meslek erbabının bir reisi vardı. Bu re¬islerin en önemlileri, seyyidlerin ve şe¬riflerin reisi olan nakîbüleşraf ile reîsü-letıbbâ idi. Bazı şehirlerin başında hal¬kın işleriyle uğraşan yerli bir reis bulu¬nurdu. Bu reis vali ve belediye başkanı durumundaydı. Selâhaddin devrindeki Halep ve Sincar reisleri bunlar arasında¬dır. Yahudi ve hıristiyanların da reis de¬nilen cemaat başkanları mevcuttu. Şahneler ve muhtesibler de önemli devlet görevlilerindendi. Şahne emirler arasından, hemen hemen bugünkü belediye reisi görevini yapan muhtesib ise sivillerden tayin edilirdi. Selâhaddin dev¬rinde bu görevde bulunan Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî Nihâyetü'r-rütbe fî talebi'l-hisbe adında değerli bir eser yazmıştır. Şahne daha çok valinin ve gar¬nizon kumandanının görevini yapardı. Bu dönemdeki önemli idarî memurluklar¬dan biri de elçilikti. Elçiler genellikle il¬miyeye mensup kişilerden seçilirdi. b- Askerî Teşkilât. Selâhaddin cihad fikrini canlı tutmak ve Kudüs'ü Haçlı-lar'dan geri almak için kuvvetli bir ordu bulundurmuş, devletin gelirinin çoğunu askerî maksatlar için harcamıştır. Ey-yûbîler dönemi boyunca Haçlı tehlikesi daima mevcut olduğundan hiçbir hü¬kümdar ordu mevcudunu azaltamamış¬tır. Selâhaddin kara ordusunun yanında donanmaya da büyük önem vermiştir. Onun devrinde donanmanın malî işle¬riyle uğraşan Dîvânü'l-üstûl kurulmuş (572/1176-77), fakat daha sonra gelen Eyyûbî hükümdarları donanmayı ihmal etmişlerdir. Kara ordusunun esasını iktâlı süvari birlikleri meydana getiriyordu. Bu süva¬riler "tavâşî" (memlûk) ve "kara gulâm" diye iki kısma ayrılıyordu. Hepsi süvari olan memlükler EyyûbF ordusunun mu¬harip sınıfını meydana getiriyordu. Ge¬nellikle Türk aslından gelen memlükler kendilerini yetiştiren emîre nisbet edi¬lirlerdi. Eyyûbîler döneminde memlûk asker sayısı artarak devam etmiş, so¬nunda el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Ey-yüb'un Bahrî Memlükleri devletin ida¬resini ele geçirerek Memlûk Devleti'ni kurmuşlardır. Bu dönemde piyade askeri genellikle kalelerin muhasarası ve müdafaasında istihdam edilirdi. Müslümanlar oku, Haç¬lılar mızrağı iyi kullanıyordu. Müslüman¬ların zırhları hafif ve atlan çevik. Haçlı-lar'ın zırhları ağır ve atları daha güçlüy¬dü. Denizde Haçlılar, karada müslüman-lar üstündüler. Eyyûbîler devrinde askerî iktâ sistemi yaygın hale gelmişti. Eyyûbîler bu siste¬mi Zengîler'den, onlar da Selçuklular'-dan almışlardı. Sultan bir bölgeyi bir emî¬re iktâ eder, emîr de bu iktâdan asker¬lerine dirlik dağıtırdı. Bu sistem devam¬lı hazır asker bulundurmanın yanında toprakların ekilip biçilmesini de sağlar¬dı. İktâ alan her emîr belirli miktarda asker beslemek ve devletin savaş gider¬lerine katkıda bulunmakla mükellefti. Askerlere İktâlarını Dîvânü'1-ceyş deni¬len askerî maliye teşkilâtı dağıtırdı. Ba¬zı askerler ise maaşlarını devletten na¬kit olarak alırlardı. Bir emîrin iktâı as¬kerî giderlerine yetmezse devlet kalan kısmı karşılardı. Daimî askerlerden başka devletin milis kuvvetleri de vardı. Bun¬lar ihtiyaç halinde askere çağrılırdı. As¬kerlik en kârlı mesleklerden olduğu için talibi çok olurdu. Savaşlara gönüllüler de katılabilirdi. Askerlerin maaşları aynî olsun nakdî olsun "ed-dînârij'1-cündî" denilen itibarî bir birim üzerinden Öde¬nirdi. Selâhaddîn-i Eyyûbrnin daimî or¬dusu 13.000 kişi civarında olup savaş zamanları dışında Eyyûbî ordusu bu sa¬yıyı aşmamıştır. Ordu "tutb" denilen birliklere ayrılırdı, Kâdî el-Fâzıl'dan yapılan bir nakle göre tulb Oğuzca bir kelimedir. Hertulb 100 kişi civarında olup ayrı kösü ve sancağı vardı. Savaş anında ordu öncüler, sağ ve sol kanatlar, merkez, artçılar olmak üzere beş kısma ayrılırdı. Hücum müf¬rezelerine "câlîşiyye", düşmanla temas halinde olan öncülere "yezek" denirdi. Savaştan kaçanların iktâları ellerinden alınırdı. Ordunun "zerdhâne" denilen bir silâh deposu ve bir de çarşısı bulunmaktaydı. Silâh dahil askerler için gerekli her şey burada satılırdı. Zerdhâne. sultanın at¬larının beslendiği ıstabl ve ordu çarşısı sefere orduyla beraber giderdi. Makrîzî, Selâhaddin'in Akkâ önündeki ordu çar¬şısında 7000'den fazla dükkân olduğu¬nu söyler. [142] Bu dönemde ateşli silâh olarak neft kullanılırdı. Kaplar içinde ve el bombası şeklinde atılan neftin uçan çeşitleri de vardı. Orduda kullanılan diğer silâhlar ok, yay, kılıç, kalkan, balta, gürz, topuz, sapan, mancınık, arrâde, hücum kulele¬ri ve koçbaşı idi. Mancınık, arrâde, hü¬cum kulesi, koçbaşı ve neft genellikle kale muhasaralarında kullanılırdı. Zen-berek ve çarh denilen ve birden fazla ok atan yaylar vardı. Bu devirde silâh¬larla ve ordu donanımıyla ilgili iki önemli eser yazılmıştır. Bunların biri, Merdî b. Ali et-Tarsûsrnin Tebşıratü erbâbi'1-er-bâs fîkeyfiyyeti'n-necat fi'I-hurûb mi-ne'1-esvâ [143], diğeri Herevfnin ef-Tezkiretü'l - Here viyye fi'l - hiyeîi '1 - harbiyye adlı eseridir. Askerler başlarına sarıksız sarı kelûteler giyerler, zülüfle¬ri bunların altından sarkardı. Ordunun malî işlerini Dîvânü'1-ceyş yürütürdü. Donanmada bulunan çeşitli gemilerin en çok kullanılanı şînî idi (çekdiri-galeri). Yük ve hayvan taşımak için yapılan but-sa, tarîde, hammâle denilen gemiler za¬ruret halinde savaş gemisine çevrilebi¬lirdi. Ayrıca harrâka adı verilen bir tür ateş gemisi vardı. Kara savaşlarında kul¬lanılan bütün silâhlar deniz savaşların¬da da kullanılırdı. c- Adlî Teşkilât. Adliye teşkilâtının ba¬şında kâdılkudât bulunurdu. Kâdılkudât sultan tarafından tayin edilir, o da di¬ğer kadıları tayin ederdi. Genellikle bü¬tün mezhep mensuplarının kadıları var¬dı. Başkadılar Şafiî mezhebine mensup¬tu. Sultan gerekli görürse bazı önemli merkezlere doğrudan doğruya kendisi kadı tayin ederdi. Kazasker ise ordunun adlî işleriyle uğraşırdı. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:56 pm | |
| Sultanın şikâyetleri dinlediği mezâlim mahkemesi onun başkanlığında hafta¬da iki gün dârüladlde toplanırdı. İlk dâ-rüladl Nûreddin Mahmud Zengî zama¬nında Dımaşk'ta kurulmuş, Selâhaddin ve ondan sonraki hükümdarlar devrin¬de Kahire, Halep ve diğer yerlerde bu müessesenin birer örneği meydana ge¬tirilmiştir. d- İlim ve Kültür Hayatı. Eyyûbîler dev¬ri eğitim ve öğretim bakımından İslâm tarihinin son derece parlak bir dönemi¬ni teşkil eder. Selçuklular tarafından Su¬riye'de açılmaya başlanan medreseler Nûreddin Mahmud Zengî zamanında yay¬gın hale getirilmişti. Eyyûbîler'le Mısır'a, Hicaz'a ve Yemen'e giren medreselerde Şafiî. Hanefî, Hanbelî fıkhı okutuluyordu. Bazı medreseler iki mezhebe göre öğ¬retim yapardı. Eyyûbîler'in sonlarında ise Sünnî dört mezhep üzere öğretim yapan medreseler açıldı. Medreselerin ya¬nı sıra dârülhadis ve dârülkur'ânlar da vardı. İlk öğretim mahalle mekteplerin¬de (küttâb) yapılıyor, riyâzî ve tabii ilim¬ler genellikle özel derslerde öğretiliyor¬du. Bu devirde gözde olan tıp öğretimi daha çok hasta hanelerde özel derslerle veriliyordu. İslâm tarihinde tıp öğretimi yapan medrese ilk defa bu dönemde Reî-sületıbbâ Mühezzebüddin ed-Dahvâr (ö. 628/1230) tarafından kurulmuştur. Med¬reselerdeki hocalar ve talebe devlet ta¬rafından himaye ediliyordu. Ayrıca med¬reseler için birçok vakıf tesis edilmiştir. Eğitim ve öğretim masraflarının büyük kısmı bu vakıflarca karşılanıyordu. Selâ¬haddin devrinde Dımaşk'ta kırkın üstün¬de. Halep ve Kahire'de on beşten fazla medrese vardı. Eyyûbîler'in sonlarında Kahire ve Mısır'daki medreselerin sayısı giderek artarken medrese mimarisinde de gelişmeler oldu. Genellikle iki eyvanlı olarak yapılan medreseler, el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyüb zamanında dört eyvanlı olarak yapılmaya başlandı. Bu¬gün Güneydoğu Anadolu, Kuzey Irak, Su¬riye. Filistin ve Mısır'da Eyyûbîler dev¬rinden kalma pek çok medrese bulun¬maktadır. Medreselerin başmüderrisleri sultan tarafından tayin edilirdi. Bütün eğitim kurumlan kâdılkudâta bağlıydı. Ayrıca camilerde, tekke ve zaviyeler¬de de öğretim yapılıyordu. Medreseler genellikle talebelerin barındığı, camiler ise Öğretimin yapıldığı yerlerdi. Tıp gibi pratik gerektiren ilimler hastahaneler-de ve tıp medreselerinde öğretiliyor, has-tahanelerde yapılan uygulamalarla da öğretim destekleniyordu. Bu devirde tıp öğretiminde pratik çok gelişmişti. Ta¬bip ve talebeler toplu halde hastaları do¬laşır, durumları hakkında konsültasyon yaparlardı. Eyyûbîler devri sosyal hizmet kurum¬lan açısından İslâm tarihinin en parlak devirlerinden biridir. Bunların başında gelen hastahaneler halka ücretsiz sağ¬lık hizmeti vermek için tesis edilmiştir. Dünya tıp tarihinde İlk klinik Dımaşk'ta-ki Nûreddin Mahmud Zengî Hastahane-si'nde kuruldu. İbn Cübeyr Dımaşk'ta iki hastahanenin bulunduğunu ve bunların müsiümanların iftihar edeceği kurum¬lar olduğunu söyler [144]. Bu devirde Musul'da dört, Harran, Ha¬lep ve Dımaşk'ta ikişer, Kahire, Kudüs ve İskenderiye'de birer hastahanenin hizmet verdiği bilinmektedir. Bunlardan Dımaşk'taki Nûreddin Mahmud Zengî Hastahanesi ile Kahire'deki Kalavun Hastahanesi'nin binaları zamanımıza ulaş¬mıştır. Bu devirde kimsesiz çocukların ve fa¬kirlerin barınması için yurtlar yapılmış¬tır. Nûreddin ve Selâhaddin ile Erbil sa¬hibi Kökböri'nin bu konudaki gayretle¬rinden kaynaklarda söz edilir. Nûreddin Dımaşk'ta Mağrib'den gelen talebelerin barınması için evler tahsis etmiş, geçim¬leri için vakıflar kurmuş, yolcu ve tüccar¬lar için hanlar ve kervansaraylar yaptır¬mıştı. Diğer Eyyûbî hükümdarları ve za¬manın ileri gelenleri de pek çok hayır kurumu tesis etmişlerdir. İbn Hallikân, bunlardan Kökborİ tarafından Erbil'de yaptırılan hayır kurumları hakkında bil¬gi verir. [145] Medreselerin yaygın hale gelmesi so¬nucunda bu dönemde kütüphanelerin sayısı da artmıştır. Nûreddin Mahmud Zengî devrinde Halep ve Dımaşk gibi şe¬hirlerde önemli koleksiyonlar vardı. Ha¬lep Camii, Dımaşk'taki Emeviyye Camii ve Nûreddin Mahmud Zengî Hastahane-si'nde bulunan koleksiyonlarla Âmid Ulu-camii koleksiyonları bunlar arasındadır. Eyyûbîler'e Mısır'da Fâtımîler'den zengin bir saray kütüphanesi kalmıştı. Bu kü¬tüphanede 120.000 cilt civarında değer¬li yazmanın bulunduğu kaydedilir [146]. Selâhaddin'in veziri Kâ-dî el-Fâzıl ile kardeşi Abdülkerîm bü¬yük kütüphaneler kurdular. Bu kütüp¬hanelerde yaklaşık 325.000 cilt kitap bulunuyordu. Üsâme b. Münkız'ın Haçlı¬lar tarafından ele geçirilen kütüphane¬si 4000 cilt, Selâhaddin'in baştabibi Mu-vaffakuddin Es'ad b. Matrân'ın kütüp¬hanesi 10.000 ciltti. Bu devirde Ebü'l-Yümn el-Kindîve Tâceddin el-Bündehî'-nin de değerli koleksiyonları vardı, el-Melikü'l-Âdil ve el-Melikü'l- Kâmil dö¬nemlerinde Reîsületıbbâ Mühezzebüd¬din ed-Dahvâr'ın kütüphanesi çok meş¬hurdu. Yâküt el-Hamevî ile İbnü'l-Kıf-tî'nin de değerli eserler ihtiva eden kü¬tüphaneleri bulunuyordu. Hama'da da bir kütüphane vardı. Yine bu devirde Dımaşk'ta Kellâse yanındaki el-Melikü'l-Eşref Türbesi'nde değerli bir koleksiyon mevcuttu. [147] Eyyûbîler devri ilim ve edebiyat bakı¬mından parlak bir dönemdir. Başta Se¬lâhaddin olmak üzere Eyyûbî hüküm¬darlarından bazıları ilimle meşgul olmuş¬lar, aralarından Böri, Behram Şah gibi şairler, el-Melikü'1-Mansûr, el-Melikü'l-Muazzam ve Ebü'1-Fidâ gibi eser yazan âlimler çıkmıştır. Eyyûbîter döneminde ilim hayatı bakımından Dımaşk ve Kahi¬re Bağdat'ı geride bırakmıştır. Bu böl¬geye gelen âlimler arasında Bağdatlı. Horasanlı, Türkistanlı, Endülüslü olan¬lar vardı. Alâeddin el-Kâsânî, Kutbüddin en-Nîşâbürî, Ebü'1-Yümn el-Kindî. İmâ-düddin el-İsfahânî, Abdüllatîf el-Bağdâ-dî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Şehâbeddin es-Sühreverdîve İbnü'l-Baytâr gibi âlim¬ler bunlar arasında sayılabilir. İbn Cü-beyr. Mağribli talebelere Doğu'ya git¬meyi tavsiye ederken orada yabancı öğ¬rencilere ayrılmış birçok hayır kurumu bulacaklarını söylemektedir. [148] Bu uygun ortamda pek çok âlim ye¬tişti ve bunlar çeşitli konularda değerli eserler yazdılar. Önce Suriye'de oluşan bu ortam Selâhaddin ile Mısır'a intikal etti. Bu devirde toplum hayatında ha-disçilerin ve fakihlerin önemli yeri vardı. Bu âlimler ve bir dereceye kadar da mu¬tasavvıflar kamuoyunun oluşmasında etkin bir rol oynamışlardır. En çok rağ¬bet gören ilim dalları Kur'an, hadis ve fıkıhtı. İbn Asâkir, Ebû Tâhir es-Silefî, Hafız Abdülganî, Mecdüddin İbnü'l-Esîr ve Münzirî hadis sahasında; Alâeddin el-Kâsânî, İbn Ebû Asrûn, Bahâeddin İbn Şeddâd, İbn Kudâme el-Makdisî, el-Melikü'l-Muazzam ve İzzeddin İbn Ab-düsselâm fıkıh alanında yetişen seçkin âlimlerdendir. Eyyûbî âlimleri Şafiî mez¬hebindendi. Sadece el-Melikü'1-Muazzam Serefeddin îsâ Hanefî mezhebine geç¬miş, bu mezhebin fıkhına göre eserler yazmıştır.
Eyyûbîler döneminde tasavvuf da çok gelişmiş, bazı tarikatlar bu devirde ku¬rulmuştur. Mutasavvıfların tertip ettiği semâlara Selâhaddîn-i Eyyûbî ve Mu-zafferüddin Kökböri gibi sultanların da katıldığı bilinmektedir. Nûreddin ve Se¬lâhaddin mutasavvıfları korurlardı. Bu devirde, doğudan ve batıdan birçok mu¬tasavvıf Eyyûbî topraklarına gelmiştir. Bunlar arasında Lisânüddin el-Belhî, İmâdüddin Ebü'1-Feth Ömer b. Ali b. Mu-hammed b. Hameviyye ile Muhyiddin İb¬nü'l-Arabî zikredilebilir. Nûreddin Mah-mud, İbn Hammûye'yi şeyhüşşüyûh ta-yin etmişti. Dımaşk'taki Sümeysâtiyye Hankahı'nın şeyhi olan İbn Hammûye'-den sonra yerine oğullan Sadreddin ve Tâceddin geçmiş, ayrıca Kahire'deki Sa-lâhiyye Hankahfnın şeyhliğini yapmış¬lardır. Bu döneme damgasını vuran iki meşhur mutasavvıf Şehâbeddin es-Süh-reverdîile Muhyiddin İbnü'l-Arabfdir. Eyyûbîler devrinde Arapça sahasında eser veren pek çok âlim yetişmiştir. Bun¬ların en önemlileri İbn Berrî, Belatî. Ebü'l-Yümn el-Kindî, Abdüllatîf el-Bağdâdî ile İbn Yaîş"tir. İbn Berrî, Cevherfnin eş-Şi-hâhu'i'îuğa'sma üç ciltlik bir zeyil ve ayrıca çeşitli risaleler yazmıştır. Aslen Bağdatlı olan Ebü'l-Yümn el-Kindî, Ey¬yûbîler döneminde yetişen en büyük dil hocası olup sultanların çoğu ondan Arap¬ça okumuştur. Arap nesir ve şiiri Eyyûbîler zamanın¬da en parlak devirlerinden birini yaşa¬mıştır. Bu dönemde sanatkârane nesirde Kâdî el-Fâzıl, İmâdüddin el-İsfahânî ve Ziyâeddin İbnü'l-Esîr gibi üslûpçular yetişmiştir. Bunlardan Kâdîel-Fâzıl'a tel-mihen daha sonraları sanatkârane nes¬re bazı edipler "sınâatü'l-Fâzıl" demiş¬lerdir. Bu devirde yetişen diğer bir edip de "menâmât" (rüyalar) yazarı Vehrânf-dir. Kâtib İmâdüddin el-İsfahânfnin bir şiir antolojisi olan Harîdetü'l-kaşr'ı ve tarihe dair kitapları. İbn Cübeyr'İn er-Rihle'si, Üsâme b. Münkız'ın Kitâbü'l-İ'tibâr'ı ve Abdüllatîf el-Bağdadînin Mı¬sır'ın coğrafyası, sosyal ve iktisadî du¬rumu hakkında bilgi veren eseri el-İfâ-de ve'l-ictibâr' bu devrin en güzel nesir örneklerindendir. Ziyâeddin İbnü'l-Esîr de edebî sanatlar konusunda eserler yaz¬mıştır. Eyyûbî devlet adamları şair ve ediple¬ri himaye etmişlerdir. Bu dönemde Üsâ¬me b. Münkız, İmâdüddin el-İsfahânî, İbn Senâülmülk. İbn Uneyn, Cilyânî, Mu-hammed b. Saîd el-Bûsîrî, Muhyiddin İb¬nü'l-Arabî. Ebü'l-Hüseyin Ahmed b. Mu-hammed et-Tilimsânîve İbnü'l-Fârız gi¬bi büyük şairler yetişmiştir. İbnü'l-Ara¬bî ve İbn Senâülmülk aynı zamanda mü-veşşahât (şarkı) dalında da meşhurdur¬lar. Üsâme b. Münkız ve Ali b. Muhammed İbnü's-Sââtî musammat ve müveş-şah dalında şiir yazdılar. Bu devirde Haç-lılar'la yapılan savaşlar ve kazanılan za¬ferler şiirin en önemli konularını teşkil etmiştir. Eyyûbîler devri tarih ilmi bakımından da çok verimli bir dönem olmuştur. Nüreddin ve Selâhaddin devirlerinde Su¬riye'de başlayan tarih ilmi alanındaki uyanış zamanla Mısır'a intikal etmiştir. Bu dönemde siyasî tarih, biyografi, ilim¬ler tarihi alanlarında değerli eserler ka¬leme alınmıştır. Önemli tarihçiler ara¬sında Ebü'l-Kâsım İbn Asâkir, Üsâme b. Münkız, Kâdî el-Fâzıl, İmâdüddin el-İsfahânî, İzzeddin İbnü'l-Esîr, Bahâed¬din İbn Şeddâd, Yâküt el-Hamevî, İbnü'l-Kıftî, Sıbt İbnü'l-Cevzî. İbnü'l-Adîm. Ebû Şâme, İbn Vâsıl, İbn Hallikân. İzzeddin İbn Şeddâd, İbn Ebû Usaybia gibi her bi¬ri İslâm tarihçiliğinde önemli bir yere sahip kişiler vardır. Bu ilim adamları si-yasî tarih ve biyografi alanında eserler yazmışlardır. İmâdüddin el-İsfahânî, İz¬zeddin İbn Şeddâd, Bahâeddin İbn Şed¬dâd ve İbn Vâsıl'ın eserleri Eyyûbîler ta¬rihi bakımından çok önemlidir. İbnü'l-Esîr ve Sıbt İbnü'l-Cevzî'nin eserleri de bütün İslâm tarihi ve özellikle Eyyûbîler devri için önemli birer kaynaktır. İbn Asâkir'in Târîhu medîneti Dımaşk'ı, İb-nü'1-Adîm'in Halep tarihi en güzel şehir tarihlerindendir. İmâdüddin'in Haride-tü'1-kaşr', Yakut el-Hamevî'nin İrşâ-dü'î-erîb'i ve İbn Hallikân'ın Ve/eyâiü7-a'yön'ı ise İslâm biyografi edebiyatının değerli örneklerindendir. İbnü'l-Kıftî'nin Târîhu'l - hükemâ "sı ile İbn Ebû Usaybia'nın cUyûnü'l-en-bâ3 adlı eseri, İslâm dünyasında ilim ta¬rihi konusunda yazılan en mükemmel eserlerdir. 500'den fazla filozof, mate¬matikçi, astronom, tabiat bilimcisi ve tabipten bahseden bu iki eserin yanı sı¬ra bu dönemde yazılan başka bir önemli eser de İzzeddin İbn Şeddâd'ın Eyyûbî¬ler devrindeki imar faaliyetlerini, çeşitli kurumları ve iktisadî durumu ele alan el'A'lâku'l-hatîre adlı kitabıdır. Müslümanlara eski milletlerden inti¬kal eden riyâzî ve tabii ilimlere ve felse¬feye İslâmiyet'in başlangıcından beri İs¬lâm dışı kültürlerin bir semeresi olarak bakılmış, genellikle din âlimleri tarafın¬dan tasvip edilmemiştir. Selâhaddîn-i Eyyûbrnin Dımaşk başkadısı İbn Zekiy-yüddin ve şehrin başhatibi Abdülmelik b. Zeyd Devlaî aydınları mantık ve felse¬fe ile uğraşmaktan menederlerdi. Yine bu devirde Dımaşk medreselerinde bu ilimlerin okutulması yasaklanmış, bu se¬beple Seyfeddin el-Âmidî müderrislikten çıkarılmıştır [149]. Buna rağmen Eyyûbîler döneminde felsefe, riyâzî ve tabii ilimler sahasında değerli âlimler yetişmiştir. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:57 pm | |
| Eyyûbîler devrinde yaşayan İşrâkıyye felsefesinin kurucusu ve en büyük tem¬silcisi Sühreverdî el-Maktûl Halepli fa-kihler tarafından idama mahkûm edil¬miş ve cezası Halep Kalesi'nde infaz edil¬miştir. İbn Meymûn el-Kurtubî, Abdül¬latîf el-Bağdâdî ve Seyfeddin el-Âmidî bu devirde yetişen önemli filozoflardır. Seyfeddin felsefenin dışında diğer ilim¬lerde ve bilhassa kelâm ilmi sahasında da büyük bir âlim olup değerli eserler yazmıştır. Bu dönemde felsefe alanında yetişen diğer bir ünlü âlim de Kemâled-din İbn Yûnus'tur. Eyyûbîler devrinde otomatik makina-lar ve saatler hakkında iki önemli eser yazılmıştır. Bunlardan İsmail b. Rezzâz el - Cezerî'n in el- Cami beyne '1 - ''ilmi ve'l- cameli'n-nâfic fî şınâcati'l-hiyel"i İslâm âleminde bu konuda yazılmış en mükemmel eser olup defalarca basılmış ve üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Diğe¬ri Fahreddin İbnü's-Sââtrnin, babası İb-nü's-Sââtrnin çalışmalarına dayanarak yazdığı Kitâbü cİîmİ's-sâca ve'I-'ameli bihâ adlı eseridir [150]. Bu devirde Muhammed b. Sââtî ile Mü-eyyedüddin Muhammed b. Abdülkadir el-Urzfnin Dımaşk Emeviyye Camii'nde su iie çalışan bir otomatik saat kurduk¬ları bilinmektedir [151]. Matematik alanında yetişen büyük âlim¬ler arasında da Kemâleddin İbn Yûnus, Şerefeddin et-Tûsî, Mûsâ b. Meymûn, Alemüddin Kayser b. Ebü'l-Kasım, İbnü'l-Adîm'in oğlu Cemâleddin Muham¬med, Abdüllatîf el-Bağdâdî ve Kâdi'l-Hümâmiyye Ahmed b. Ali b. Sebat sayı¬labilir. Abdürrahîm (Abdurrahman) el-Cev-berî de fizik ve kimya alanında bazı eser¬ler kaleme almıştır. Tıp, botanik ve eczacılık Eyyûbîler dev¬rinde gerçekten parlak bir devir geçir¬miştir. Eyyûbîler zamanında müslüman ve gayri müslim tabipler çok müreffeh bir hayat yaşamışlardır. İç hastalıkları, cerrahî, göz hastalıkları gibi dallarda uz¬man tabipler deneylerini "künnâş" adı verilen mecmualarda toplarlardı. İbn Ebû Usaybia tıp alanında gördüğü ve yaşa¬dığı ilgi çekici olayları anlatan Kitâbü 't-Tecârib adlı bir eser kaleme almıştır. Ya'-küb b. Saklâb en-Nasrânî adlı tabip Câ-lînûs'un eserlerini Yunanca1 lanndan okur¬du. İbnü'n-Nefîs'in küçük kan dolaşımı¬nı doğru olarak tesbit etmesi bu dönem¬deki önemli tıbbî buluşlar arasında zik-redilebilir. Şeker hastalığı üzerinde ilk müstakil eseri yazan ve bu hastalığın karaciğere bağlı olduğunu tesbit eden de Eyyûbîler dönemi tabip-filozoflarm-dan Abdüllatîf el-Bağdadîdir. Botanik ve eczacılık konusundaki çalışmalar da deneye dayanmaktaydı. Reşîdüddin es-Sûrîve İbnü'l-Baytâr'ın talebeleriyle bir¬likte kırlarda, bahçelerde, dağlarda dolaşarak botanik araştırması yaptıkları, Reşîdüddin es-Sûrrnin bu araştırmalar sırasında yanında ressam götürüp çe¬şitli safhalarında bitkilerin resimlerini yaptırdığı bilinmektedir. İbnü'l-Baytâr, el-Melikü'l-Kâmil ile el-Melikü's-Sâlih Necmeddin'in botanikçibaşısı (re’sülaşşâ-bîn) olmuş, Endülüs, Kuzey Afrika. Mısır, Suriye ve Anadolu gibi ülkelere seyahat¬ler düzenlemiş ve bitkiler üzerinde araş¬tırmalar yapmıştır. İbnü'l-Baytâr, eİ-Câ-mic li-müfredâti'l-edviye ve'î-ağziye adlı kitabında yer verdiği 1400 tıbbî ilâ¬cın 300'den fazlasından ilk defa kendisi bahsetmiştir ki bunların 200'den fazla¬sı bitkisel ürünlerdir. [152] | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:57 pm | |
| e- Sosyal ve İktisadî Hayat. Eyyûbî Dev-leti'nde halk müslümanlardan, hıristiyan ve yahudilerden meydana geliyordu. Müs¬lümanlar Türk, Arap, Kürt olmak üzere başlıca üç ırka ayrılıyordu. Hıristiyanlar da doğulular ve Avrupalılar olmak üze¬re iki sınıftı. Devlette hâkim unsur müs-lümanlardı. Diğer dinlerin mensupları azınlık statüsündeydiler. Yahudilerin bir kısmı Endülüs'ten göç etmişlerdi. Mısır yahudi toplumunun reisi Mûsâ b. Meymûn Endülüs yahudilerindendi. Yahudi¬ler Filistin'e bu dönemde yerleşmeye başladılar. Avrupa'da baskı altında olan yahudiler Eyyûbîler'e bir koruyucu gö¬züyle bakıyorlardı. Müslümanlarla yahu¬diler arasındaki ilişkiler çok iyi idi. Müs¬lümanlarla hıristiyanlar arasındaki iliş¬kiler de iddia edildiği kadar kötü değil¬di. İbn Cübeyr'in anlattığına göre Lübnan dağlarında yaşayan hıristiyanlar müslü¬man zâhidleri korur ve gözetirlerdi. İki taraf arasındaki devamlı savaşa rağmen ticarî ilişki III. Haçlı Seferi sırasında bi¬le tamamıyla kesilmemişti. 1192 yılında Selâhaddin ile Aslan Yürekli Richard an¬laşma yapınca iki tarafın tüccarları bir¬birlerinin ülkelerine gitmişlerdir. Vene¬dik. Cenova, Geniza arşivlerinde Eyyûbî-ler'le Avrupa ülkeleri arasında yapılan ticaret anlaşmaları hakkında belgeler bulunmaktadır. Halep'te, Dımaşk'ta, İs¬kenderiye ve Kahire'de Avrupalı tüccar-lara rastlanırdı. Haçlılar'ın ülkesinde de müslümanlar vardı. Bunlar yapılan an¬laşmalara göre eski yerlerinde kalmışlardı. Eyyûbîler Haçlılar ve İtalyan şehir dev¬letleri vasıtasıyla Avrupa'yı etkilemişler¬dir. Haçlılar tarafından bazı Eyyûbî hü¬kümdarlarına şövalye unvanı verilmiş¬tir. Haçlılar arma kullanma usulünü Ey-yûbiler'den almışlardır. Eyyûbîler güçlü bir maliye teşkilâtına sahipti. Bilhassa Mısır'da çok eski de¬virlerden beri devam eden bir maliye teşkilâtı (Dîvânü'l-mâl) vardı. Ayrıca bu di¬vana bağlı çeşitli divanlar mevcuttu. Vi¬lâyet ve kazalarda bu teşkilâtın şubele¬ri bulunuyordu. Maliye teşkilâtının baş¬kanına "nâzırü'd-devâvîn, nâzırü'd-dev-le, sâhibü dîvâni'l-mâl" gibi unvanlar ve¬rilirdi. Bu divan Dîvanül-ceyş ile yakın ilişki içindeydi. Bu divanda tutulan def-terlere ekilen araziler, buralara nelerin ekildiği, ne kadar vergi toplandığı, iktâ-lıların, toprağı işleyenlerin adları yazılır¬dı. Malî divanların işleyişlerini kontrol eden "müşiddü'd-devâvîn" (şâddü'd-de-vâvîn) adında yüksek bir görevli vardı. Emirler arasından seçilen bu görevli ge¬nellikle sultanın naibi olurdu. Nazırdan sonra maliyedeki en yüksek memur divanların mütevellileriydi. Mü¬tevelliler divanın işleyişinden sorumlu idi. Bunlar bütün işlerini nazır tarafın¬dan verilen talimata göre yürütürlerdi. Mütevelliden sonra müstevfî denilen me¬mur gelirdi. Müstevfî, divanda çalışan memurlardan vermeleri gereken malla¬rı alır, cerideleri (gelir gider) kontrol eder¬di. Müstevfîden sonra gelen âmil mahal¬lî malî divanın başkanıydı ve vergilerin tahsilinde önemli bir görevi vardı. Müs¬rif ise müfettişlik yapar, âmilden vergi¬leri teslim alırdı. Bunlardan başka Dîvâ-nü'l-mâl'de muîn, şâhid, nâsih. kâtip, cehbez, nâib, emîn, hâiz, hâzin, delil ad¬larında küçük memurlar çalışırdı. Güm¬rüklerin işletilmesine ve zekâtın toplan¬masına da Dîvânü'l-mâi bakardı. Sulta-nın ve büyük emîrlerin haslarının gelir giderlerine bakan dîvânü'l-hâslarda ise bunların Özel bütçeleri hazırlanır ve yü¬rütülürdü. Şehir hayatı ve ticaret oldukça geliş¬miş olmasına rağmen ülke ekonomisi tarım ve hayvancılığa bağlıydı. Askerî ik-tâ sistemi de tarıma dayalıydı. Tarım dı¬şında ticaret ve zenaat erbabından alı¬nan vergilerin bir kısmı şeriatta yeri ol¬mayan vergilerden (müküs) sayılıyordu. Fakihler zaman zaman bu verginin alın¬masına karşı çıkmışlardır. Nûreddin Mah-mud Zengî ve Selâhaddîn-i Eyyûbî fa-kihlerin fetvalarına uyarak mükûsü kal-dırmışlar, onun yerine zekâtı koymuşlar¬dı. Fakat devletin topladığı zekât geliri hiçbir zaman önemli bir yekûn tutma¬mıştır. Ziraî vergiler şemsî yıla göre alı¬nır, gayri menkul kiraları, ticarî vergiler ve zekât ise kamerî yıla göre toplanırdı. Eyyûbî Devleti Mısır ve Yemen gibi önemli tarım alanlarına sahipti. Ülkede güçlü bir ziraî ekonomi vardı. Devlet zi¬raî ürünlerin bir kısmını dışarıya ihraç edebiliyordu. Ülke Haçlıların zahire am¬barı durumundaydı. Ziraî ürünlerin ver¬gilerini Dîvânü'l-harâc toplardı. Alınan vergi onda birden beşte bire kadar de¬ğişebiliyordu. Dayanıklı tüketim madde¬lerinden aynî, sebze ve meyve gibi mah¬sullerden nakdî vergi alınırdı. Hangi ara¬ziden ne kadar vergi alınacağı ve arazi¬lere nelerin ekileceği vergi defterlerin¬de kayıtlıydı. Mısır'da Nil'in taşması bel¬li bir seviyeye ulaşmazsa sultan haraç vergisi almazdı. Haraçtan sonra en çok vergi ticaret mallarından toplanan zekât hums ve öşürden sağlanırdı. Eyyûbî Devleti'nin canlı bir ticaret ha¬yatı vardı. İpek yolunun Akdeniz'e ula¬şan bir kısmı ile baharat yolunun önemli bir bölümü Eyyûbîler'in kontrolündeydi. Uzakdoğu'dan Yemen'e, oradan Kızılde-niz yoluyla Ayzâb'a, Ayzâb'dan Nil üze¬rindeki Kus'a, Kus'tan Nil yoluyla İsken¬deriye ve Dimyat'a ulaşan Baharat yo¬lu ülkeye çok önemli miktarda gümrük vergisi sağlardı. Ayrıca Haçlılar'la yapı¬lan ticaretten de gümrük vergisi alınırdı. Selâhaddin, el-Melikü'l-Âdil ve daha sonra ei-Melikü'l-Kâmil doğudaki Haçlı devletleri, İtalyan şehir devletleri Vene¬dik, Cenova, Amalfi, Piza ve Napoli ile, Bizans'la ikili ticaret antlaşmaları yap¬mışlardı. Ortadoğu'nun ve Uzakdoğu'nun ticaret malları bu yolla Avrupa'ya, Avru¬pa'nın ticaret malları da doğuya taşınıyordu. Mısır gümrüğü devletin en büyük gelir kaynaklarından biriydi. Bu ikili ti¬caret savaş zamanlarında bile devam edebiliyordu. İskenderiye. Akkâ, Lazkiye büyük ticaret limanlarıydı. Selâhaddin ve diğer Eyyûbî hükümdarları ikili ant¬laşmalarla demir, kereste, zift gibi stra¬tejik maddelerin bir kısmını Avrupa'dan sağlamışlardı. Mahzûmî el-Minhâc iî ahkânü'l-haiâc, İbn Memmâtî Kavâ-nînü'd-devâvîn adlı eserlerinde Mısır'da alınan çeşitli vergiler ve malî divan¬ların işleyişi konusunda önemli bilgiler vermektedirler. Diğer bir önemli vergi gayri müslim-lerden toplanan cizye idi (cevâlî). Müsa¬dereler, fidyeler, ganimetler de önemli gelir kaynaklanndandı. Mısır'da şap, so¬da madenleri işletiliyor ve Avrupa'ya ih¬raç ediliyordu. Vakıflar da önemli gelir kaynaklan arasındaydı. Eğitim ve hayır kurumları kendilerine ayrılan vakıflarla çalışıyordu. Devlet ayrıca çeşitli yollar¬dan vergiler alıyordu. Bunların arasında hayvanlardan alınan vergileri bilhassa zikretmek gerekir. Ülkede ziraat ve ticaret çok gelişmiş¬ti. Mısır-Yemen Baharat yolundan baş¬ka İpek yolunun Musul ve Âmid'den iti¬baren Akdeniz limanlarına kadar olan kısmı Eyyûbîler'in kontrolündeydi. İbn Cübeyr er-Rihle'sinde Eyyübîler döne¬mindeki ticaret hayatı hakkında bilgi ve¬rir. Büyük çarşılar, hanlar, kervansaray¬lar, kaysâriyyeler ticaretin en yoğun ya¬pıldığı yerlerdi. Yemen-Mısır Baharat yolu üzerinde ticaret yapan tüccarlara "tüccârü'l-kârim" denirdi. Avrupalılardın İskenderiye, Dimyat Akkâ, Lazkiye gibi şehirlerde çarşıları ve ticarî temsilcilik¬leri bulunurdu. Guillaume de Tyr bütün ıtriyat, mücevherat, baharat ve Avrupa'da bulunmayan değerli malların İsken¬deriye'den getirildiğini söyler. W. Heyd de Selâhaddin, el-Melikti' 1 -Âdil, el-Me-likü'l-Kâmil ile Avrupalılar ve Haçlılar arasında yapılan ticaret anlaşmaları hak¬kında bilgi vermiştir. [153] Eyyûbîler iç pazarlarını korumayı ba¬şarmışlar, ikili antlaşmalar yaptıkları Av¬rupa ülkelerinden ve Bizans'tan kendi tüccarları için bazı imtiyazlar elde et¬mişlerdir. Çeşitli sanat ve ticaret erbabı loncalar ve şirketler halinde teşkilâtlan¬mışlardı. Her loncanın, her şirketin ba¬şında bir reis bulunuyordu. Dokumacı¬lık, camcılık, kâğıt ve sabun imalâtha¬neleri gelişmişti. Dımaşk'ta imal edilen kılıçlar dünyaca ünlüydü. Bu kılıçların çeliklerinin sırrı ancak yeni çalışmalarla çözülebilmiştir. Ülkede sabit bir para sistemi vardı. Paralar altın, gümüş ve bakırdan bası¬lıyordu. Bu paralardan pek çok örnek zamanımıza ulaşmış, çeşitli kataloglar¬da yer almıştır. Ülkenin önemli şehirle¬rinde bulunan darphânelerde isteyenler belirli bir ücret karşılığında ellerindeki gümüş ve altını paraya çevirebiliyorlardı. Altın paranın (dinar) ağırlığı 4,25 gram¬dı. el-Melikü'l-Kâmil devrinde 7 gram¬lık dinarlar basılmıştır. Bazı araştırma¬cılar Selâhaddin devrinde bazan standart dışı altın para basıldığını söylerlerse de [154] bu doğru de¬ğildir. | |
| | | Admin Admin
Mesaj Sayısı : 416 Yaş : 34 Nerden : Rize İş/Hobiler : öğrenci Lakap : SanalKral Rep Puanı : 0 Rep Gücü : 58383 Kayıt tarihi : 22/02/09
| Konu: Geri: Eyyübiler Salı Mart 17, 2009 4:57 pm | |
| EYYÛBÎLER
Ortadoğu, Mısır, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika'da hüküm süren bir Türk devleti (1171-1462).
1- Siyasî Tarih 2- Medeniyet Tarihi 3- Sanat
1- Siyasi Tarih Adını, hanedanın kurucusu Selâhaddin Yûsuf b. Eyyûb'un babası Necmeddin Ey-yüb b. Şâdrden alan Eyyûbîler ZengHer'in bir devamıdır. Türk-Kürt-Arap karışımı olan Eyyübî ailesinin menşei karanlıktır. Güvenilir rivayete göre Eyyûbîler Hezbâ-niyye Kürtleri'nin Revvâdiyye aşiretinden-dir. Revvâdîler'in atası Revvâd b. Müsen-nâ el-Ezdî Yemen Araplan'ndan olup 141 (758) yılında Abbasî Halifesi Ebû Ca'fer el-Mansûr tarafından Basra'dan alına¬rak aşiretiyle birlikte Azerbaycan'a yer¬leştirilmişti. Bu bölgedeki Hezbâniyye Kürtleri ile karışıp Kürtleşen Revvâdîler, XI. yüzyılın ikinci yarısında Selçuklular'in hizmetine girerek zamanla Türk-Kürt-Arap karışımı haline gelmişlerdir. Rivayete göre, Eyyûbîler'in atası olan Eyyûb'un babası Şâdî önceleri Şeddâ-dfler'in hizmetinde çalışıyor ve Duvîn'e (Dvin) bağlı Ecdânakan kasabasında otu¬ruyordu. Şâdî, VI. (XII.) yüzyılın ilk yılların¬da Selçuklu saray ağası ve Bağdat şah¬nelerinden Bihrûz el-Hâdim'İn hizmeti¬ne girmiş. Bihrûz da onu veya oğlu Nec¬meddin Eyyûb'u kendi iktâı olan Tikrît'e vali tayin etmiştir. Eyyûbîler kaynaklarda ilk defa 525 (1131) yılında Musul Atabeği İmâdüd-din Zenginin Tikrît yakınında Abbasî Ha¬lifesi Müsterşid-Billâh ile Karaca Sâkî-nin kuvvetlerine yenilmesi dolayısıyla zik¬redilir. Bu mağlûbiyetten sonra Tikrît Valisi Necmeddin Eyyûb'un Zengrye yar¬dım ederek Fırat'ı geçmesini sağlaması Zengî ile Eyyûbîler arasındaki dostlu¬ğun gelişmesine yardım etmiş, çok geç¬meden Eyyûbîler Selâhaddin'in doğdu¬ğu yıl (532/1137-38) Tikrîften Musul'a giderek Zengî'nin hizmetine girmişler¬dir. [113] Daha sonra Eyyûbîler, İmâdüddin Zen-grnin hizmetinde Haçlılar'a karşı düzen¬lenen seferlere katıldılar. İmâdüddin Zen¬gî 534 (1140) yılında ele geçirdiği Ba'lebek şehrini Necmeddin Eyyûb'a iktâ et¬ti. Bu arada Eyyûb'un kardeşi Şîrkûh el-Mansûr da Zengfnin büyük emîrleri arasına girdi ve Urfa'nın fethine katıl¬dı (1144). İmâdüddin Zengfnin 541 "de (1146) Ca'ber önünde şehid edilmesi üzerine devlet oğulları Seyfeddin Gazi ve Nûreddin Mahmud Zengî arasında paylaşıldı. Halep'te Şîrkûh el-Mansür'un yardımıyla Nûreddin Mahmud Zengî ida¬reyi ele aldı. Bu dönemde Ba'lebek'te desteksiz kalan Necmeddin Eyyûb Dı-maşk Atabegüğİ'nİn (Böriler, Tuğteginliler) hizmetine girerek Dımaşk'ın en bü¬yük emîrlerinden biri oldu. Şîrkûh ise Nûreddin'in ordu kumandanıydı. Her iki kardeş Nûreddin'in devletinin yüksel¬mesine ve Dımaşk'ın onun idaresi altına geçmesine yardım etti. Dımaşk'ın zap¬tından sonra Eyyûb buranın valisi oldu (549/1154) Şîrkûh'un gücü ise Nûred¬din'in kudretine yaklaştı. Bu yıllarda Ey¬yûb'un oğulları da genç emîrler arasına katıldı. 562 (1167) yılında Dımaşk'a ge¬len İmâdüddin el-İsfahânî, Eyyûb'un oğ¬lu Selâhaddin'in Nûreddin'in en büyük yardımcılarından ve emîrlerinden oldu¬ğunu, Nûreddin'in onu yanından ayır¬madığını söyler. Eyyûbîler'in tarih sahnesindeki önemli rolleri 559-564 (1164-1169) yıllarında yapılan Mısır seferleriyle başladı. Bu sı¬rada Mısır'da vezirlikten uzaklaştırılan Fatımî Veziri Şâver b. Mücîr, Nûreddin Mahmud ZengFden yardım istemek için Dımaşk'a geldi (558/ 1163). İki taraf ara¬sında yapılan müzakerelerde Zengî'nin Sâver'e yardım etmesi karşılığında Mı¬sır'da söz sahibi olması kararlaştırıldı. Nûreddin Mahmud Zengî 559 (1164) yı¬lında Şîrkûh'u bir birliğin başında Mı¬sır'a gönderirken yanına yardımcı ola¬rak yeğeni Selâhaddin'i verdi. Bu sefer sırasında Mısır'ın sahip olduğu zengin¬likleri gören Şîrkûh buranın kolaylıkla ele geçirilebileceğini düşündü. Şîrkûh üç yıl sonra Mısır'a bir sefer daha yaptı, fa¬kat başarısızlığa uğradı. Haçlılar'ın Mı¬sır'ı işgale teşebbüs etmeleri üzerine 564'te (1168-69) Fatımî Halifesi Âdıd-Lidînillâh ve veziri Şâver, Nûreddin Zen¬gî ile Şîrkûh'tan yardım istediler. Büyük çoğunluğu Türkler1 den oluşan 7000 ci¬varındaki süvari birliğiyle Mısır'ın yardı¬mına giden Şîrkûh Mısır'da idareyi ele geçirdi ve 17 Rebîülâhir 564 [114] tarihinde Fatımî Halifesi Âdıd-Lidînillâh tarafından vezir tayin edildi. İki ay sonra da öldü. Bunun üzerine yeğeni Selâhaddin ordu kumandanları tarafından başkumandan seçildi. Ayrıca Halife Âdıd-Udînillâh onu amcasının yerine ve¬zir tayin etti. Böylece Selâhaddin, 25 Cemâziyelâhir 564 [115] tarihin¬de hem Fatımî veziri hem de Nûreddin ZengFnin Mısır ordusu başkumandanı oldu. Ancak tâbi olduğu asıl hükümdar Nûreddin Zengî idi. [116] Aldığı siyasî-idarî tedbirlerle kısa za¬manda kabiliyetini gösteren Selâhaddin önce Fatımî ordusunu ve taraftarların] idareden uzaklaştırdı. 1169 yılı sonların¬da Dimyat'ı kuşatan Bizans-Haçlı kuv¬vetlerini başarısızlığa uğrattı. En büyük yardımcısı Mısır'ın Sünnî halkıyla Nûred¬din Zengfnin desteği ve kendi ailesi ol-du. İki asır devam eden Şiî-Fatımî ida¬resine rağmen Sünnî kalabilen Mısır hal¬kı Sünnî olan Eyyûbîler'i destekledi. Se¬lâhaddin, Nûreddin Zengfnin teşvikiyle 564-566 (1169-1171) yılları arasında Mı¬sır'daki Fatımî rejimini yavaş yavaş et¬kisiz hale getirmeyi başardı. Daha son¬ra Fatımî hilâfetini ortadan kaldırıp Mı¬sır'da Abbasîler adına hutbe okuttu [117]. Bu arada Kudüs Haçlı Krallığı'na karşı başarılı se¬ferler tertip etti ve Eyle'yi aldı. Daha son¬ra Nûbe (Kuzey Sudan), Yemen ve Lib¬ya'ya seferler düzenledi ve bu ülkeleri Nûreddin Zengî' nin devletine bağladı (568-569/1173-1174). Bir taraftan da Bi¬zans ve İta | |
| | | | Eyyübiler | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|